Bir yıldır halka yaşatılanları ne unuturuz ne de affederiz !BASINA VE KAMOYUNA 6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde meydana gelen 7.7 ve 7.6 büyüklüklerindeki depremlerde, şaibeli resmi rakamlara göre 53 binin, gerçekçi rakamlara göre ise 100 binin üzerinde canımız hayatını kaybetti. Bu depremler ve ardından gelen artçı sarsıntılar, 15 milyona yakın nüfusa sahip 11 ilde (Kahramanmaraş, Hatay, Gaziantep, Adıyaman, Malatya, Kilis, Şanlıurfa, Adana, Osmaniye, Diyarbakır, Elazığ) büyük çapta kentsel yıkıma yol açtı. 6 Şubat gününde yaşanan depremler bir doğa olayı olmasına rağmen sonrasında yaşanan ise siyasi iktidar, yerel yönetimler ve sermayenin birlikte yürüttüğü bir katliama dönüştü. Plansız kentleşmeyi benimseyen, insanları ve kenti sermaye birikimi için ucuz işgücü ve ucuz altyapı olarak gören bu anlayış, sosyal, kültürel, toplumsal ve ekolojik boyutları göz ardı ederek doğa olayı olan depremi felakete dönüşmesine neden oldu. 1999 yılından bu yana bilim insanlarının, mimarların, mühendislerin ,şehir plancıların ve tüm toplumsal kesimlerin çağrılarını görmezden gelenler bu katliamın birinci dereceden sorumlusudur. Günlerce yardımın ulaşmadığı yerlerde hayatta kalanlar soğuk ve açlıkla mücadele ederken, resmi açıklamalara rağmen yüz binden fazla insanın yaşamını yitirdiğini ve daha fazlasının yaralandığını biliyoruz. Bu, bir doğal afet değil, açık bir "yaşam hakkı ihlali"dir. Bilimi, planlamayı ve denetimi dışlayan, rantı egemen kılan politikalar, çaresizliğin ve yetersizliğin değil, bilinçli bir tercihin ürünüdür. Yaşanan her aşırı doğa olayı, gerekli önlemlerin alınmaması nedeniyle katliama dönüşerek büyük can ve mal kayıplarına neden olduğunu 2003’te Bingöl’de, 2011 Van’da, 2020’de Elazığ-Sivrice ve İzmir’de yaşamıştık. Gerekli önlemlerin alınmadığı ve hazırlıkların yapılmadığı 11 ilimizi etkileyen 6 Şubat depremlerinde daha büyük bir katliam yaşadık. 6 Şubat depremleri bugüne kadar yaşadığımız pek çok büyük depreme karşın ülkemizin, şehirlerimizin, binalarımızın, kurumlarımızın ve halkımızın depreme hazır olmadığı gerçeğini çok acı biçimde ortaya çıkarmıştır. Devletteki neoliberal dönüşüm politikalarının, kamu hizmetlerinin piyasaya açılmasının, özelleştirmelerin, devletin bir şirket gibi yönetilmesinin, iktidarın devleti adeta inşaat şirketlerine teslim etmesinin, kamuya ve yatırımlara yeterince bütçe ayrılmamasının faturası 6 Şubat depremi ile başta hayatını kaybeden yurttaşlarımız olmak üzere halka, depremzedelere yıkılmıştır. Deprem için bütçe ayırmayan devlet, 6 Şubat depremleri için 115 milyar lira topladı. Ancak o para nerede? Bilmiyoruz Emek, ekoloji ve demokrasi güçleri olarak çok uzun yıllardan bu yana ülke coğrafyamızın depremselliği, ülkemizdeki yapı stokunun depreme dayanıksızlığı, yapı denetim sisteminin kurgusal çarpıklığı nedeniyle sağlıklı işletilememesi, ülke çapında afet-acil durum ve risk yönetiminde koordinasyon ve planlama yetersizlikleri gibi pek çok yaşamsal öneme sahip konuyu ısrarla dile getirdik. Ülkeyi yönetenlerse bilimin ve toplumun çağrılarına kulak vermek yerine yıllarca sorunu daha da büyütecek adımlar attı. Deprem vergilerini bütçe açıklarını kapatmak için kullandılar. Şehirlerdeki acil durum toplanma alanlarını ve açık/yeşil alanları imara açtılar. TMMOB’yi mesleki denetim süreçlerinden dışladılar. Yapı Denetim Sistemini tümüyle şirketlerin insafına terk ettiler. AFAD başta olmak üzere devletin kurumları depremden etkilenen kentlerde ilk iki gün hiçbir alanda organize bir çalışma yürütmemiştir. Kriz merkezi kurulmamış, arama-kurtarma çalışmalarına başlanmamıştır. Deprem sonrası enkaz altında kalanları kurtarmak için gerekli ekipmanlar sağlanamadı. Öyle ki defin işlemleri için dahi iş makinesi, kepçe ve kürek temin edilememiştir. Arama-kurtarma çalışmaları önce bölge halkının, sonrasında ise ulusal ve uluslararası sivil toplum kuruluşları ve gönüllülerin çabasıyla el yordamıyla yürütülmüştür. Emek ve demokrasi güçleri olarak, deprem bölgelerine yardım etmek istediğimizde karşılaştığımız engelleri ve devletin kısıtlamalarını unutmadık. Depremde hayatını kaybeden insan sayısının bu denli artmasına neden olan faktörlerin geç müdahale, kamu otoritesinin eksikliği, afete hazır olmama, koordinasyonu sağlayacak afet yönetim planının olmayışının getirdiği plansızlık ve koordinasyon eksikliği, acil müdahale sağlık merkezlerinin oluşturulamaması, zorlu kış şartlarında barınma ihtiyacının giderilememesinin tanığı olduk. Aklımıza sadece yıkık binaların görüntüsü kazınmadı. Enkaz altında yakınlarına, kardeşlerine, babalarına, annelerine, insanlara seslenenlerin seslerini duya duya, elleriyle kazıyarak onlara ulaşamamak denilen çaresizliği de gördük. Asla unutmayacağız. Depreme geç müdahale eden iktidar, rantın önünü açan uygulamalarla sermayenin hızlıca enkaz kaldırma çalışmalarına başlamasını sağladı. Depremin 8. gününde hala enkaz altındaki canlı kişilere ulaşılabildiği halde enkazların kaldırılmaya başlanması, kurtarılmayı bekleyen yurttaşlarımızın ölmelerine neden olduğu gibi enkaz altında kalarak yaşamlarını yitiren insanların da vücut bütünlüğünün bozulmasına yol açmıştır. Deprem sonrası enkazın (inşaat ve yıkıntı atıkları) kontrolsüz bir şekilde bertaraf edilmesinin yeraltı sularına, tarım arazilerine ve çevreye zarar verebileceğini defalarca dile getirdik. Ne yazık ki, yıkılan binaların atıkları plansız bir şekilde boş arazilere döküldü. İnşaat ve yıkıntı atıklarından alınan numunelerin analiziyle elde edilen bulgular, asbest liflerinin yaşam alanlarına ve faunaya yayıldığını, araç üzerinden alınan toz numunelerinde asbest liflerinin bulunması ise asbest yayılımının rüzgar ve tozla birlikte yayılımının devam ettiğini göstermektedir. Asbest, "kesin kanserojen" olarak kabul edilmekte ve etkileri genellikle 15-20 yıl sonra ortaya çıkmaktadır. Bu tehlikeli maddeye karşı gereken tedbirler zamanında alınmazsa, bunun sorumluluğu ilgili kamu kurumlarına ve yöneticilere ait olduğunu buradan tekrar belirtmek istiyoruz. Depremin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen bölgede yıkımı bekleyen ağır hasarlı yapılar tehlike yaratmaya devam etmekte, kontrolsüz bir şekilde yürütülen enkaz kaldırma işlemleri çevreye ve insan sağlığına zarar vermekte, imar planlarının oluşturulması süreçleri aksamakta, barınma ve su gibi en temel gereksinimler bile karşılanamamaktadır. Ama aradan geçen bir yıla rağmen deprem bölgesinde hala tek bir çivinin çakılmadığı, molozların dahi kaldırılmadığı yerler var. Depremden sonra hızla kurulan çadır kentlerde insani ihtiyaçlar göz ardı edilmiş, salt kapalı alanlar oluşturma anlayışı egemen olmuştur. Bu durum, barınma, gıda güvenliği, temiz su erişimi ve halk sağlığı gibi temel konularda ciddi sorunlara yol açmıştır. Geçici barınma alanlarının altyapı çalışmalarının tamamlanamadığı, binlerce yurttaşımızın hala çadırlarda yaşamak zorunda kaldığı, konteyner kentlerde belediye hizmetlerinde ciddi eksikliklerin yaşandığı ve sağlık, ulaşım, gıda başta olmak üzere temel insan hakları ihlallerinin yaşandığına tanık olmaktayız. Aradan bir yıl değil yüz yıl geçse de yakınlarımızdan haber almak için çırpınırken devreye konulan bant daraltmalarını, internet kesintilerini unutmadık. Depremin yaşandığı illerde daha 24 saat geçmeden OHAL ilan edenleri de unutmadık. Emek ve demokrasi güçleri olarak binlerce gönüllümüzle deprem bölgesine gitmeye çalışırken önümüze konulan engelleri, sadece bizim değil muhalefet partilerinin, STK’ların yardımlarının depremzedelere ulaştırılmasına engel olanları unutmadık. Kızılay’ın çadır satmasından, yardımları zimmetine geçiren yetkililere kadar uzanan rezaletler zincirini de unutmadık. Bu büyük yıkımın ve ihlallerin tek sorumluluğu sadece kâr hırsıyla başı dönen, her karışı ranta çevirmeye çalışan sermayeye ve müteahhitlere yıkılamaz. Çünkü asıl sorumlu bu rant hırsını besleyen, önünü açan ve büyütenlerdir. Denetim yapmaktan, etkili yaptırımlar uygulamaktan, süreçleri kurallara uygun yürütmekten aciz bir hukuk sistemi inşa eden ve bu sistemi her gün yeniden yeniden üreten, hukuksuzluktan beslenen köhne düzenin sahipleridir. Yıllar boyunca çıkarılan kanunlarla affedilen kaçak yapıların çoğunun 1999 Marmara ve 2011 Van Depremlerinde yıkılmasına ve binlerce yurttaşın hayatını kaybetmesine rağmen; 2018’de “İmar Barışı” adı altında yeni bir imar affı yürürlüğe sokanlardır. Şubat depremi başta olmak üzere bugüne kadar yaşadığımız depremlerde hayatını kaybeden tüm yurttaşlarımızı özlemle anıyor, yakınlarını kaybedenlere bir kez daha başsağlığı diliyoruz. Depremzede kardeşlerimizle 6 Şubat depreminin ilk gününden itibaren başlattığımız dayanışmamızı büyütmeye, acılarımızı paylaşmaya, yaralarımızı hep birlikte sarmaya devam edeceğiz. İmar affı yasasını geçirenler ve mecliste el kaldıranlar, belediyelerde usulsüzlüklere göz yumanlar, 'kader planı' diyenler, hiçbir şey olmamış gibi insanları sandık başına çağıranlar. Biz sizleri tanıyoruz. Hesabını soracağız. Buradan tekrar ediyoruz: Kentlerin yeniden inşasında müteahhitler değil o kentin emek ve meslek örgütleri, halk güçleri, bilim ve kültür insanları söz sahibi olmalıdır. Bir yıldır halka yaşatılanları ne unuturuz ne de affederiz ! MARDİN EMEK VE DEMOKRASİ PLATFORMU |
198 kez okundu |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |